Duyuru! Derslere Bu Hafta Kaldığımız Yerden Başlıyoruz

Ders Ekibimiz'i Sosyal Ağlardan Takip Edin!

facebook-32.png (32×32) twitter-32.png (32×32) google_plus-32.png (32×32) youtube-32.png (32×32) rss-32.png (32×32) android-32.png (32×32)

Ders Ekibimiz | "Kur'an-ı Kerim'in Gölgesindeki Aydınlık Gençlik"

bakara suresi 6 20

BAKARA SURESİ 6 İle 20.Ayetleri Türkçe Tefsiri Ve Arapçası


6.  Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuşlardır, onları korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir, onlar îmana gelmezler.

6. Yukarıdaki mübarek ayetler, hidâyet ve mutluluğa ulaşan kimseleri bildirmiştir. Bu iki ayeti celile de hidayetten yoksun ve azaba layık olan kötü tabiatlı, şahısların kimlerden ibaret olduğunu göstermiştir. Şöyle ki (Muhakkak o kimseler ki kâfir olmuşlardır.) İmân mutluluğuna erememişlerdir. (Onları) İlâhi azab ile (korkutsan da, korkutmasan da onlar için müsavidir.) Onlar yaratılışlarını kötüye kullanan Yüce Yaratıcının varlığına şehadet eden eserleri görmemek için gözlerini kapayan ve üzerlerine düşen vazîfeleri yapmaktan kaçınan inkarcı kimselerdir. Artık onlara verilecek öğütlerin ve yapılacak tehditlerin bir tesîri olamaz. (Onlar imâna gelmezler.) Onlar kendi iradeleri ile işledikleri alçaklığı küfür ve isyanı terk etmezler.

§ Bu ayeti kerime gösteriyor ki bazı mükelleflere ve muhataplar bakımından bir nasihatin, bir dinî tebliğin bir serî tehdidin yapılıp yapılmaması müsavidir. Fakat bu tebliğ ve tehdit vazîfesi bunları yapabilecek şahıslar açısından eşit derecede değildir. Belki onlar bu vazîfeyi yine yapmakla sorumludurlar. Ta ki ilâhî deliller tamam olsun, mükellefler: Biz böyle bizi irşat edecek ve uyaracak kimselerle karşılaşmadık, diye mazeret ileri sürmesinler.     Bu   sebepledir   ki,   mübarek   peygamberler  ve   onları   takip   eden   samimi   mü'minler   dalma   insan   topluluklarını   uyarmaya çalışmışlardır. İsterse o topluluklar bunu kabul etmiş olmasınlar.

 

 

7. Allah Teâlâ onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, onların gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap da vardır.

7.       Öyle inatçı ve inkarcı olanlar yaratılış itibariyle sahip oldukları irâde ve ihtiyarlarını kötüye kullandıkları için (Allahû Teâlâ onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.) Artık onların kalplerine imân girmez, kulakları hakkı İşitmez. (Onların gözleri üzerinde de bir perde vardır.) Hakkı göremezler ve bu kötü hareketlerinden dolayı (Onlar için büyük bir azab da vardır.) Âhirette sürekli ve pek acıtıcı bir azaba tutulacaklardır.

§ Evet... Allah Teâlâ bütün kullarına bir irâde ve bir seçme kabiliyeti vermiştir. Her insan bu kabiliyetini güzelce kullanmaya da, kullanmamaya da hikmet gereği muktedirdir. Cenâb-ı Hak ise her kulunun bu kabiliyetini bu dünyada ne şekilde kullanacağını ezeli âlemde bildiği için ona göre kulları hakkında ezeli hükmünü vermiştir. Binaenaleyh bunda bir zorlama yoktur. Belki bu ezeli hüküm kulların kendi hareket ve irâdelerine göre tecelli etmiştir. Bu teklif âleminde ilâhî adaletin ortaya çıkması kulluk ve Rablığın belirmesi için bundan daha uygun yol yoktur.

Bu mübarek âyetler Rasûli Ekrem efendimizi teselli etmek mânasını da içermektedir. Şöyle ki: Peygamber efendimiz herkesin İslâmiyeti kabul ederek ebedî mutluluğa ermelerini arzu buyururdu. Kutsi emirlerini, öğütlerini kabul etmeyenlerin davranışlarından dolayı pek müteessir olurdu. Cenab'ı Hak ise buyurmuş oluyor ki: Rasûlüm!.. Üzülme, İnkarcıların uğrayacakları azaplar, felâketler, kendilerinin hakkı kabul etmeyip inatçı bir şekilde harekette bulunmalarının bir neticesidir. Sen ise onlara hak ve hakîkati ulaştırmış olmakla peygamberlik vazîfesini yerine getirmiş ve en yüksek derecelere aday olmuşsundur. Sallallahü Aleyhi vessellem.

 

 

8.  İnsanlardan bir kısmı da: Biz Allah'a ve âhiret gününe inandık der. Halbuki onlar inanmış değildirler.

8. Bu mübarek âyetler, bir kısım insanların da münafıkça hareketlerde bulunduklarını, bu yüzden pek fazla felâketlere, azaplara maruz kalacaklarını bildirmektedir.

Binaenaleyh bütün insanlar, itikat, amel, ruhî durum itibariyle başlıca üç kısma ayrılmaktadırlar. Şöyle ki: insanların bir kısmı samimi surette mü'min olan zatlardır. Onların kalpleri, lisanları birdir. Hak ve hakikata doğruca inanırlar, bunu itirafta bulunurlar. İşte hakikî mü'min bunlardır, insanların bir kısmı da kâfirdirler. İlâhî dininin hükümlerini kabul etmezler, kendi yanlış inançlarını açığa vururlar, kendi bozuk inançları içerisinde yürür dururlar. Bunların bu davranışları meydanda olduğu için kendilerine karşı vaziyet almak mü'minler için kolay olur. insanların bir kısmı    ise münafıklardır. Bunlar kalplerinde olanı lisanlarıyla açığa vurmazlar. Bilâkis bunu saklar, kendilerini görünüşte mü'min gösterirler, ehli imanı aldatmak isterler. Artık bu tür şahıslara karşı hakikî mü'minlerin pek uyanık bulunmaları lâzımdır. İşte Cenâb-ı Hak bunların bu münafıkça tutumlarını şöyle beyan buyuruyor: (İnsanların bir takımı da) dinsizliklerini gözlemek, mü'minler! aldatmak için (Biz Allah'a ve âhiret gününe inandık derler.) Müslümanlık iddiasında bulunurlar. (Halbuki onlar inanmış değildirler.) Yalan söylemektedirler.

 

 

9. Onlar Allah'ı ve imân etmiş kimseleri aldatmak isterler. Halbuki onlar kendi nefislerinden başkasını aldatamazlar da bunun farkında olamazlar.

9.   Evet: Münafık olanlar, kendi kanaatlerini gizlerler, müslümanlara karşı kendilerini müslüman gösterirler. (Onlar) bu hareketleriyle haşa (Allah Teâlâ'yı ve İman etmiş kimseleri) hakikî mü'minler! (Aldatmak isterler.) Aldatmak hayaline kapılırlar da bu cehaletlerinin, bu bozuk kanaatlerinin ne kadar yanlış, ne kadar akıl ve fikre aykırı olduğunun farkında bile olamazlar. (Halbuki onlar kendi nefislerinden başkasını aldatamazlar da) gafîl, câhil herif ler (Bunun farkında olamazlar.) Böyle zelil bir durumda yaşar dururlar.

 

 

10.     Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah Teâlâ da onlar için hastalığı artırmıştır. Ve onlar için yalan söylemeleri sebebiyle gayet acı bir azap vardır.

10.   (Onların) o münafıkların (kalplerinde) o kötü inançlarından, hareketlerinden dolayı ağır, öldürücü (bir hastalık vardır.) Bu ruhî, manevi bir hastalıktır. (Allah-u Teâlâ'da onlar için) bu elem verici (hastalığı artırmıştır.) Kur'an'ı Kerîm'in âyetleri indikçe, İslâmiyet her tarafa yayıldıkça onların düşmanlıkları, nifakları artarak küfürleri kat kat olmuştur. (Ve onlar için yalan söylemeleri) İman etmedikleri halde kendilerini mü'min göstermeleri (sebebiyle gayet acı bir azap vardır.) Artık onlar için bu yalancı tavırlarından, bu münafıkça hareketlerinden dolayı pek ağır bir cehennem azabı vardır.

Gerçekten münafıklar böyle bir sonuca pek fazlasıyla layık olmuşlardır. Münafıklardan bir çokları bu kötü hareketlerinin cezalarını daha dünyada iken de görmüşlerdir. Bunun daha müthişini ise âhirette göreceklerdir.

 

 

11.  Onlara, yer yüzünde fesatta bulunmayınız, denilince onlar. "Biz ancak islâh edici kimseleriz" derler.

11. Bu mübarek ayetler de münafıkların hakkı kabul etmediklerini, müminleri küçümseyip kendi fenalıklarında ısrarlı bulunduklarını bildirmektedir. Şöyle ki (Onlara) o münafıklara (yer yüzünde fesatta bulunmayınız) kötü, fesatçı hareketlerden kaçınınız (denilince) bunu reddederler, kendilerinin alemi ıslah edici olduklarını iddiada bulunarak (Biz ancak islâh edici kimseleriz, derler.) Kendi kusurlarını görüp itiraf etmezler.

Evet: Yer yüzünde böyle bir takım şahıslar vardır ki kendi sapıklık ve beyinsizliklerinin hiç de farkında değildirler. Onlar bütün insanlık için zarar verici hareketlerde bulundukları halde bunu medenî, insanî bir hareket sanırlar. Artık bu gibi zararlı şahıslardan kaçınmalıdır.

 

 

12. Haberiniz olsun ki fesat çıkaran şahıslar, onların kendileridir. Fakat bunu anlamazlar.

12.     Ey mü'minler! ey akıl sahipleri!.. Uyanık bulununuz, öyle beyinsizce münafıkça hareketlerde bulunan şahısların aldatmalarına kapılmayınız. (Haberiniz olsun ki fesat çıkaran şahıslar onların kendileridir.) Asıl fesada, âlemin huzurunu bozmaya çalışan onlardır. (Fakat) ne garip ki (Bunu anlamazlar.) Bu hareketlerin farkında bulunamazlar.

13.    Ve onlara: "Sizde insanların îman ettiği gibi îman edin" denilince derler ki: "Biz o beyinsizlerin îman ettiği gibi îman eder miyiz?" muhakkak biliniz ki beyinsiz olan ancak kendileridir. Fakat bilmezler.

13.     (Ve onlara) o fesatçı, münafık kimselere hitaben geliniz (siz de insanların) hakikî mü'minlerin (İmân ettiği gibi) samimî bir şekilde (İman edin denilince) onlar bencilliklerini açığa vurarak (Derler ki: "Biz o beyinsizlerin İman ettiği gibi İman eder miyiz?) halbuki asıl beyinsiz, budala olan onlardır. Evet: (Muhakkak biliniz ki beyinsiz olan ancak kendileridir. Fakat bilmezler) bunu idrak edemezler.

§ Gerçek şu ki, her zaman, her yerde böyle bir takım yanlış düşünceli şahıslar bulunmaktadır. Bunlar kendilerini bilgili, aydın, ilerici zannederler. Başkalarına bir hakaret gözüyle bakarlar, kendileri gibi düşünmeyenleri fikirden, zekâdan mahrum sayarlar, onların medeniyete ilerlemeye karşı olduklarını sanırlar. Zavallılar kendilerinin nasıl bir cehalet ve gaflet çukuruna düşmüş olduklarının farkında değildirler. Kendilerinin o acınacak "karanlık hallerini bir saadet, bir aydınlık hali zannederler" Ne diyelim, Cenâb-ı Hak cümlemize uyanıklık nasip buyursun.

 

 

14.        Onlar îman edenlere rasgelince: "Biz îman ettik" derler. Kendi şeytanları ile yalnız kalınca da: "Biz sizinle beraberiz, biz ancak o îman edenler ile alay eden kimseleriz" derler.

14. Bu mübarek ayetler münafıkların ahlâk ve tavırlarını açıklamakta onların hidayetten mahrum olduklarını ihtar etmektedir. Şöyle ki: (Onlar) yani münafıklar, ciddiyetten mahrum olan kimseler (İman edenlere rasgelince) hakiki müminlerle karşılaşınca onları aldatmak, şahsî menfaatlerini elde etmek için (biz İman ettik.) bizde sizin gibi mü'min kimseleriz (derler.) Hakikate aykırı olarak müslüman olduklarını iddia ederler. Fakat (kendi şeytanları ile) yani reisleri ile, kendilerini aldatmış kimseler ile (yalnız kalınca) ıssız yerde konuşunca da (biz sizinle beraberiz) biz sizin yolunuzdan ayrılmayız (biz) İman ettik demekle (ancak o İman edenler ile) müslümanlar ile (alay eden kimseleriz derler.)

Mü'minleri kandırmak, onlar ile alay etmek isleriz diye söylenirler. İşte samimiyetten uzak, geçici menfaatlere düşkün olan vicdansız kimselerin hali böyledir.

 

 

15. Allah Telâlâ ise onlar ile alay eder. Onları kendi azgınlıklarında şaşkın bir halde bırakır.

15.    Halbuki o münafık kimseler aldanıyorlar. (Allah Teâlâ ise onlar ile) o münafıklar ile (alay eder) yani onlara hikmet gereği bir müddet hayat, nimet verir. (Onları kendi azgınlıklarında şaşkın bir halde bırakır.) Onların o azgınlık, dinsizlik içinde bir müddet daha şaşkın şaşkın bir halde yaşamalarına mühlet verir. Artık onlar bu müdlet içinde elde edebildikleri geçici ehemmiyetsiz nimetlerden, makamlardan dolayı gururlu bir halde yaşarlar. İşte bu hal onların hakkında bir manevî, ilâhî alay demektir ki neticesi pek acıklıdır.

 

 

16.     Onlar -o münafıklar- o kimselerdir ki: Hidâyet karşılığında dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâyete ermiş kimseler değildir.

16.     Evet: mü'minler ile alay ettiklerini sıkılmadan söyleyen o pis topluluk yok mu? Onlar pek aldanmışlardır. Evet: (Onlar) o münafıklar (O kimselerdir ki hidâyet karşılığında dalâleti) küfür ve isyanı (satın almışlardır.) Böyle bir alışverişte bulunmuşlardır. (Onların) o münafıkların (bu ticaretleri) bu gayretleri hakikî (bir kazanç temin etmemiştir.) Bilâkis pek büyük bir zarara, felâkete maruz kalmışlardır (Ve onlar hidayete ermiş kimseler değildirler.) Evet; onlar hakiki bir ticaret yoluna, manevi bir kazanç sahasına yol bulmuş değildirler. Ne yazık ki onların, bu feci sonuçtan haberleri yoktur.

Artık uyanık mü'minlere lâzımdır ki o gibi beyinsiz kimseleri iyice tanısınlar, onların aldatışlarına kapılmasınlar, kendi sahalarını o gibi uğursuz kimselerin zararlı ve helak edici telkinlerinden korumaya çalışsınlar.

 

 

17.   Onların durumu, ateş yakmış kimsenin durumu gibidir ki, o ateş çevresindekilerin! aydınlatınca. Hak Teâlâ hemen onların nurunu giderdi, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bıraktı.

17. Bu mübarek ayetler, münafıkların acayip hallerini, İman nurundan nasıl bir mahrumiyet içinde yaşadıklarını çeşitli şekilde misallendirmekte tasvir buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onların) o münafık kimselerin (durumu) garip tavırlar!, bir takım fâideli şeylerden istifade edemez halleri (ateş yakmış kimsenin durumu gibidir ki o ateş çevresindekileri aydınlatınca) o kimse de bundan istifâde edebileceğini sanıverdi. Fakat (Hak Teâlâ hemen onların nurunu giderdi nurdan faydalanamadılar. (Onları zulmetler içinde görmez bir halde bıraktı.) Onlar yine karanlıklar içinde kalıp gittiler. İşte münafıkların karanlıktaki durumları!.. Çünkü münafıklar kendilerine bir kısım açık, parlak deliller getirildikçe inkâr ettikleri meseleler ortaya çıkar, açılır, kendilerinde hakkı kabule, doğru yolu görmeğe bir temayül, bir kabiliyet vücude gelir gibi olur. Fakat yanlış düşünceleri, geçici menfaatlere kapılmaları sebebiyle o manevi temayülü takip etmezler, yine inkâr ve ihanet yoluna yönelirler, bu hareketlerinin lâik bir cezası olarak da fâideli temayülleri Allah tarafından giderilir, kendileri yine o manevi karanlıklar, delâletler içinde bırakılırlar.

§ Mesel: Sıfat, açık durum, geçmiş zamandaki halleri tasvir eden garip kıssa demektir. Çoğulu: Emsaldir.

 

 

18. -Onlar- bir takım sağırlar, dilsizler, körlerdir. Artık onlar -o sapıklıktan- dönmezler.

18.      Onlar, o münafık kimseler (Bir takım) manen (sağırlar) dır. Hak sözü dinleyip işitmezler. Ve onlar (dilsizler) dir. Kelimeyi şahadet ile lisanlarını ciddi şekilde nurlandıramazlar. Ve onlar (körlerdîr). Çevrelerindeki milyonlarca kudret eserlerini görüp onların yüce yaratıcısını tasdik etmezler. (Artık onlar -o dalâlete- dönmezler.) Onlar kendi tabii yeteneklerini kendi kötü hareketleri ile ellerinden çıkarmış oldukları için artık sapıklıktan kurtulup hidâyet yolunu takip edemezler.

 

 

19.     Yahut -onların durumu- gökten şiddetle boşanan bir yağmur gibidir ki onda karanlıklar vardır, dehşetli bir gök gürültüsü, bir şimşek vardır. Ölüm korkusundan dolayı yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah Teâlâ ise kâfirleri kuşatmıştır.

19.       (Yahut) onların, o münafıkların durumu, garip halleri bir bakımdan da (gökten şiddetle boşanan bir yağmur gibidir ki) yani böyle bir yağmura tutulmuş kimsenin haline benzer ki (Onda) o yağmurda (karanlıklar vardır.) Karanlık bir halde bulunur ve onda (dehşetli bir gök gürültüsü, bir şimşek vardır.) Her tarafa dehşet verir. Bunu görüp işitenler (ölüm korkusundan dolayı yıldırımlardan) kurtulmak hayaliyle (parmaklarını kulaklarına tıkarlar.) Onlar böyle yapmakla kurtulacaklar mı? Ne gezer!.. (Allah Teâlâ ise kâfirleri) bütün dinsizleri (kuşatmıştır) ilim ve kudreti ile ihata buyurmuştur. Artık onun kudret elinden yakalarını asla kurtaramayacaklardır.

İşte münafıklar da böyledir. Kendilerine yönelen dinî ve insanî tebliğlerden, uyarılardan, vaad ve tehditten dolayı müthiş bir hâdise karşısında kalmış gibi bulunurlar. Dünyevî varlıkların, fanî parıltıların ellerinden çıkacağı korkusu ile kulaklarını tıkarlar. Hak sözleri dinlemezler. Fakat böyle hareket etmekle kurtulacaklar mı? Ne mümkün!.. Allah Teâlâ onların canlarını alır, kendilerini layık oldukları azaplara kavuşturur.

 

 

20.     Az kalıyor ki şimşek gözlerini hemen kapıyıverecek. Her ne zaman önlerini aydınlatsa ışığında yürürler. Üzerlerine karanlık çöktükçe de dikilip kalıverirler. Eğer Allah Teâlâ dilemiş olsa idi onların elbette işitmelerini de, görmelerini de gideriverirdi. Şüphe yok ki Allah Teâlâ her şeye kadirdir.

20.     O bozuk düşünceli şahısların gerçekteki durumlarına güzelce bakılacak olsa görülür ki onlar gelecek olan pek büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunmuşlardır. Bu ayeti kerime onların bu halini de temsil yoluyla şöyle açıklıyor. (Az kalıyor ki şimşek gözlerini hemen kapıverecek) İlâhî bir yıldırım, bir azap onların gözlerini hemen hemen kör edecektir. (Her ne zaman önlerini aydınlatsa ışığında yürürler.) İlâhî bir imtihan olarak vakit vakit bir geniş hale, bir parlak makama nail oldular mı, bunun parıltısında yaşamağa çalışırlar. Fakat bu hal devam etmez. (Üzerlerine karanlık çöktükçe de dikilip kalıverirler.) Onların bahtlarının açıklığı tersine döner, ümitsizlik ve şaşkınlık içinde kalırlar. Bunlar düşünmelidir ki: (Eğer Allah Teâlâ dilemiş olsa idi onların işitmelerini de, görmelerini de) bütün varlıklarını da bir anda (gideri verirdi.) Hiç bir şeye sahip olamazlardı. (Şüphe yok ki Allah Teâlâ her şeye kadirdir.) Buna inanmışızdır.

Artık o gibi kimseler uyanmalı değil midirler?.. Fanî varlıklarına güvenerek maneviyattan mahrum, hakikî ve daimî aydınlıktan nasipsiz bir halde yaşamalı mıdırlar? Cenab'ı Hak hepimize uyanıklık nasip buyursun. Amin!..

§ Bu mübarek ayetler, vaktiyle Medine-i Münevvere ile çevresinde yerleşmiş olan bir takım münafıklar hakkında nazil olmuştur. Bu ayetlerin hükmü, bütün münafıklar ile diğer yanlış düşünceli kimseleri kapsamaktadır. Bu yüce ayetler bütün insanlığı irşat edecek bir mahiyette bulunmaktadır.






اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾ خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٧﴾ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ ﴿٨﴾يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ ﴿٩﴾ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠﴾ وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿١١﴾ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿١٢﴾ وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَـهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَـهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٣﴾ وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿١٤﴾ اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٥﴾ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿١٦﴾
 
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراًۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ﴿١٧﴾صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ ﴿١٨﴾ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ﴿١٩﴾ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٢٠﴾
Son Eklenenler


İstatistikler Ve Bilgileriniz

    Online Ziyaretçi Sayısı:

    İ.P Adresiniz:18.227.228.95

    Toplam Ziyaret Sayısı: 5195

    Bugünkü Ziyaret Sayısı:1

    Bulunduğunuz Ülke:us









2015 / Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım Ve Kodlama: AKBAŞ MEDİA & oo.png (100×33)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol